Öğretmenliğin Bug’ı

Eğitim sistemimizin saçmalığına geri gelmek isterim: Bu sistemin amacı bizi iyi ve bilge biri haline getirmek değil; bilgili bir insan yapmaktı. Bunu başardığını da söyleyebilirim. Okullarda bize erdemi aramayı ya da bilgeliği kucaklamayı değil ancak bu sözcüklerin türemiş hallerini ve köklerini öğrettiler…

Hemen şu soruları soruyoruz, “Yunanca ya da Latince biliyor mu?”, “Şiir ya da düzyazı yazabilir mi?” Ama asıl önemli soruyu sormak en son aklımıza geliyor: “Daha iyi bir insan, bilge biri oldu mu?” Oysa, kimin daha çok şeyden anladığını değil kimin daha iyi anladığını merak etmeliyiz. Biz yalnızca belleğimizi doldurmakla uğraşıyor, kavramayı, doğruyu yanlıştan ayırt etme becerisini kazanmayı o kadar da önemsemiyoruz.

Montaigne

Bundan birkaç sene önce tek bilgi alma yolu olan ansiklopediler şu anda sadece büyüklerimizin evlerine gittiğimizde görüp 10-15 dk göz attığımız koca kitaplar haline geldi. Artık herkesin cebinde birkaç yüz ansiklopedi olduğunu hepimiz biliyoruz.

Önceden arif görünen öğretmenler, artık sıkı öğrenciler karşısında cahil görünmeye başladı. Güncel artık o kadar hızlı değişiyor, o kadar hızlı evriliyor ki güncelin güncellenme hızı arttı diyebiliriz.

Gelelim bu yazının konusuna…

Öğretmenlik egosuyla en çok savaşması gereken mesleklerden birisi. Bir düşünelim, her hafta yaklaşık 25 saat bir grup insanla birliktesiniz. Bu insanlar sizden genellikle daha tecrübesiz, sizden daha bilgisiz, sizden daha az şey görmüş, sizden daha az gezmiş, sizden daha az okumuş. Siz devamlı onlara bir şeyler anlatıyorsunuz, anlamadıkları bir şey olduğunda cevaplıyorsunuz, sorulan soruların neredeyse tamamına cevabınız var. Bilmediğiniz bir şey sorarlarsa da tecrübenizle en kötü otoritenizle soruyu geçiştirebiliyorsunuz.

Hal böyle olunca size saygı duyulduğunu da sanıyorsunuz. Etrafınızdakilere ışık saçıp, onlara faydalı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Mesela 10 senelik bir öğretmen 10 sene boyunca her hafta 25 saat böyle bir duygu ile yaşıyor. Yeni bir şey öğrenmesi onun için bir zorunluluk değil. Öğretmen 40 sene sonra yine öğretmen, konular 40 sene sonra neredeyse yine aynı konular. Ders ne olursa olsun anlatılanlarda radikal değişimler olmuyor. Tek tük birkaç kazanım ekleniyor, çıkarılıyor -ki son senelerde genelde çıkarılıyor.

Dışarıdan birinin seni değerlendirmesi veya öğrencilerin değerlendirmesi gibi bir sistemimiz de yok. Sınıfta çok aşırı bir hareket yapılmadığı sürece işler tıkırında.

Böylece ne oluyor? Öğretmen neredeyse tüm gün “en bilge”, “en tecrübeli”, “en saygın”, “en …”, “en …”, “en …”, … konumda. Ne oluyor? Ego patlaması. Ne oluyor? Her konuda kendi bildiğini en doğru görme hissi çünkü hayatın boyunca etrafındaki insanlar arasında en bilgili sensin. Ancak gözden kaçan nokta şu: Bu senin bir başarın değil.

Öğretmenin sınıfta bilgili ve tecrübeli olması onun diğer insanlardan daha başarılı, daha iyi olduğu anlamına gelmez çünkü öğretmenliğin ve okulun doğası gereği öğretmen bilgili olduğu ve öğrenciye bilgisini ve tecrübesini aktarmak için oradadır.

Öğretmenler ve öğretmen adayları bu yanılgıya dikkat ediniz. Sizin sınıftaki en bilgili kişi olmanız sizin bir başarınız değil, mesleğinizin koşuludur.